Kapanmanın ilk yarısını günde 2 bölüm Sisyphus izleyerek geçirdim, hem de annemle birlikte. Büyük bir hataydı onunla birlikte izlemek, nedenine aşağıda geleceğim.
Zaman makinesini icat eden bir dahiyi kendi zamanından ve gelecekten gelerek kullanmak isteyenler, öldürmek isteyenler ve kurtarmak isteyenlerin anlatıldığı bir hikayeyi izliyoruz.
Başrolde Kang Seo Hae rolünde Park Shin Hye var. Daha önce de bunu söylemiştim ama, arkadaşlar linç yemeyeceksem ben bu kızı seviyorum. Şahsen izlemek zevk veriyor bana. Gülümsemesi çok güzel, ses tonu kulağıma hoş geliyor, ilk dizisinden bu yana ağlaması ve diğer mimikleri de oldukça gelişti bence. Ben burdaki dövüş sahnelerini de hayranlıkla izledim. Eee daha ne olsun.
Bu distopik gelecekten gelen, tüm kişisel zevklerini ve hayatını bir kenara bırakıp tek bir amaç için savaşan kızı çok iyi canlandırmıştı bence.
Başroldeki dahi Han Tae Sul rolünde ise Jo Seung Woo vardı. Han Tae Sul'ü bir Elon Musk ve Tony Stark (Iron Man) karışımı olarak düşünebilirsiniz Kendini beğenmiş, etrafındakileri pek umursamayan, aşırı zeki, akıl almaz bir teknolojinin içinde yaşıyor ve dünya kendi etrafında dönüyor zannediyor. Ama tüm bu 'dünya yansa umrum değil' tavrının altında geçmişinden gelen derin yaraları var.
Ben bu Jo Seung Woo abiyi hiç tanımıyordum. Hatta dedim ki 'Kim allaşkına Park Shin Hye ile partner yaptıkları bu amca?' İzlemeye başlayınca da bi garipsedim ama izledikçe hoşuma gitti. Zekası dışında motor yetenekleri hiç olmayan, hafif salak bu adamı güzel canlandırmıştı. Ve hatta dizinin sonunda severek de bitirdim, sesi falan çok hoş. Sonra bi bakayım kimmiş diye bi açtım ki meşhuuuuur The Classic filmindeki başrol buymuş!!! Filmi 3 kere falan izledim, efsanedir izlemeyen varsa koşsun nostalji yapsın, ama asla aklımda kalmamış demek ki. E ondan sonra hiçbir şeyini de izlememişim adamın nasıl aklımda kalsın. Neyse yani neticede ucundan tanıştık kendisiyle bu vesileyle.
Çiftin aşkı gerçekleşen olayların bir devamı gibi, olmazsa olmaz bir sonuçtu, çok inandırıcıydı. Ancak her ne kadar kaderin mecbur kıldığı sürükleyici bir aşk yaşansa da tensel uyum pek yoktu. Yönetmeni yazarı da aynı şeyleri düşünmüş olacak ki 2 tane öpüşme sahnesinden başka bişey göremedik. Her şey öpüşme mi Melly? dediğinizi duyar gibiyim. Elbette değil, el ele bile tutuşmadan aşkı böğrümüze sokan ne hikayeler izledik neticede. Ama öpüşürken o uyum lönks diye gözümüze giriyor işte. Varsa uçuyo çift, yoksa patlıyosun.
Ammmaaaa aralarındaki diyaloglar, ikili sahneler mükemmeldi. Aşırı zevk alarak izledim. Bu ikili tüm gün konuşsun ben izleyeyim öyle yani.
Bu arada bakın kaçıncı dizisi oldu bu kızın, kaşlarını büzmeden, acılı yüz ifadesine bürünmeden, martı olmadan öpüşemiyor bu kızcağız. Napalım onu böyle kabul edecez, gerçek hayattaki sevgilisi düşünsün artık.
Dizinin her bölüm ve her sahnesini büyük heyecanla izledim. İnanılmaz bir akış ve olay örgüsü var. Ama ciddi de bir sorunum vardı izlerken: anlamadım!!!
Arkadaşlar ben diziyi genel olarak anlayamadım. Pek çok sahnede mantık kuramadım, neden dedim, nasıl oldu dedim. Ya gerçekten mantık hataları vardı yada benim kıt mantığım algılayamadı bilemiyorum.
Annemle izlemenin de neden hata olduğunu anlamışsınızdır sanırım. Benim annem Goblin'i izlerken her bölümde anlayamadım diyerek durdurup durdurup soru soran bi kadındı. Burda gerçekten beyni yandı kadıncağazın.
Burda biraz spoiler olacak izleyenler okusun:
Mesela anlayamadığım bazı noktalar var:
- Son geçmişte Han Tae Sul ve Kang Seo Hae kaybetmiş, ikisi de ölmüş değil mi? O zaman Sigma'nın son geçmişinde intihar etmek üzereyken savaşın çıkması ve Seo Hae geçmişe gitmek için yükleyiciye gittiğinde orda Sigma'yla karşılaşmış olması nasıl oluyor?
- En sonda Tae Sul ve Seo Hae kendilerini kurtarmak için o günün geçmişine gittiler ve kilisede keskin nişancı oldular. Ama o ana gittiklerinde resmen o anda dünyada 3 tane Seo Hae (kendisi, kurtardığı kendisi ve çocukluğu) ve 2 tane Tae Sul (kendisi ve kurtardığı kendisi) vardı. Yükleyici yapılmayınca Seo Hae gitti ama Tae Sul nasıl kaldı orda? O da o günün geleceğinden gelmişti halbuki makineye binerek.
- Aynı mantıkla orda kurtardıkları Seo Hae ve Tae Sul da makineye koşarak yine geçmişe dönerek kendilerini kurtarmaya çalışacaklar ve yine Tae Sul ölüp Seo Hae yok olacak. O zaman bir döngüye mi hapsoldular? (off bu cümleyi ben bile anlamadım)
- Peki dizinin en sonunda kız gerçek miydi? Hayal miydi? Hayali gitmesin diye mi ilaçları içmedi? Geçmişteki uçaktaki aynı ana nasıl döndü? Abisi nerde? Yükleyici yoksa ve geçmişe döndüyse artık Seo Hae yok demektir ama var gibiydi de. Sigma yeniden doğuyor gibiydi ama artık gelecekten gelip kurtaracak bi Seo Hae yoksa Han Tae Sul tamamen b.ku yemiş midir?
Bu arada dizinin adı Sisyphus: The Myth. Mitolojideki ünlü bir hikaye olan Sisyphus'dan bahsediyor yani. Ben Roma/Yunan mitolojisini yiyip yutmuş, iflah olmaz bir mitoloji okuru olarak çok heyecanlanmıştım. Bu hikayeyi referans alacaklar, ara ara göndermeler olacak demiştim ama bir kere Sisyphus'un adını anmaktan ileriye gidemediler. Orda da göndermeyi yapamadılar adam akıllı. Dizinin ismi epey havada kalmış benim fikrimce.
Başından sonuna izlerken anlamadığım dizinin sonunu hiç de hiç anlamadım. İşin garip kısmı hiç anlamadığım bu diziyi acayip heyecanla ve zevkle izledim hhahahahah. Karakterler güzeldi, diyaloglar çok çok güzeldi, gelecek sahneleri inanılmaz güzeldi yani çok severek izledim onları. Ama iki ileri bir geri derken benim kafa almadı. Yine de severek izlemem de bi garip biliyorum ama öyle işte... Uzun lafın kısası sevgili okur, zekana güveniyorsan izle derim. Yoksa sinirlerin bozulabilir^^
Bu arada iyi bayramlar diliyorum şimdiden. Huzur dolu olalım, her şey gönlümüzün güzelliği kadar olsun <3