''If you want the rainbow, you have to deal with the rain''
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

26 Haziran 2016 Pazar

İzledim: Bong Soon a Cyborg in Love

Kore dizilerini takip edip yorumlayan mükemmel blogger arkadaşlarımız olmasaydı ben bu diziden asla haberdar olamazdım. Hiçbir yerde duymadım ve de görmedim daha önceden. Adını duyar duymaz ise bi çırpıda izleyip yorumladım^^


Kim Joo Sung bir teknoloji şirketinde çalışan büyük bir dehadır. Yıllar önce 'duyguları olan robot' projesi için yarattığı robotla aynı ofiste çalışıp ondaki duygu oluşumunu gözlemlerken, erken alzhaimer sebebiyle bu kızın bir robot olduğunu unutup ona aşık olur. Bu gerçeği hatırladığında ve buna rağmen robot olan Oh Bong Soon'la bir ilişkiye başladığında ortada pek çok sorun vardır. Oh Bong Soon, kendisinin bir robot olduğunu bilmez ve duyguları gerçekten oluştuğu anda sisteminin bunu kaldıramayıp tamamen yok olacağı ortaya çıkar.


Az buçuk dinlediğim Super Junior grubunun sesi en en en mükemmel olan adamı Kyu Hyun... Onun hatrına izledim diziyi desem yalan olmaz. Sahnede, özellikle de solo şarkılarında devleşen Kyu Hyun'un maalesef oyuncu olarak pek de parlak olduğunu söyleyemeyeceğim^^ Biraz duygusuz, biraz donuk... Ama gittikçe açıldı ve son bölümlerdeki o çaresizliği, aşkı gayet iyi aktardı bence. Ben yine de sesiyle beni benden alan Kyu Hyun'u tercih ederim.


Yoon So Hee ise oldukça parlak ve canlı bir kadın. Oh Bong Soon bence özellikle son bölümlere doğru yaşadığı duygu karmaşasıyla zor bir karakterdi. Gayet başarılı üstesinden geldiğini düşünüyorum. Kyu Hyun'la da çok yakıştılar hani^^


Dizi 15er dakikalık 12 bölümden oluşuyor. Yani çooook kısa. Ama yeterliydi. Ben şahsen hikayeyi çok beğendim. Çok değişik bir aşk hikayesiydi. İzlemeden önce I'm a Cyborg but It's Ok filmi benzeri bir şey olacak zannettim ama alakası yoktu. Hiç sıkılmadan zevkle izledim diyebilirim.


Elbette ki efsanevi bir aşk yada oyunculuk harikaları yoktu ama enteresan ve akıcıydı.


İlla bir eleştiri getireceksem sonunu beğenmedim diyebilirim. Anlamsızdı. Mutlu muydu mutsuz muydu bilemedim. Bi tatmin etmedi beni malesef. Ama zaten Kore dizilerinin sonlarıyla ilgili baş ağrımız malum, beklentim pek de yüksek değildi.


Aşık bir Kyu Hyun izlemek isterseniz (ve o berbat saç rengine katlanmayı göze alırsanız) bir göz atın derim bu sevimli diziye. Şahsen ben sevdim, oldukça eğlencelikti^^

17 Haziran 2016 Cuma

İzledim: Vampire Boy


Vampirlere olan malum sempatim sebebiyle el attığım bir Japon dizisi. Lisede öğretmenlik yapan genç bir kızın hayatının aşkı 16 yaşındayken ölmüştür. Bir gün öğretmenlik yaptığı okula, ilk aşkına tıpa tıp benzer bir öğrenci gelir. Bu öğrenci, aslında insanların arasına karışmış bir vampirdir. Tek amacı hoşuna giden bir kızın kanını içerek dönüşümünü tamamlamaktır. Tek sorun, insanların tamamından nefret etmesidir!



Bütün Japon dizileri mi aynı bana mı öyle geliyor bilmiyorum ama bir ağır ilerleme, yer yer ileri derecede mantıksızlıklar ve -tüm anime severlerden özür diliyorum ama- kulağa hiç de hoş gelmeyen bir dil...

Gerçekten hiç ama hiç sevmedim diziyi. Zor bitirdim, yer yer atladım. Asla izlemeyin diye bir tavsiyede bulunup izlemeyeceğinizi öngörerek bol bol da spoiler vermek niyetindeyim.


Öncelikle tamam, baş rolde öğretmen olabilir ama ben yine de bir kaç bölüm boyunca o sessiz öğrenci kızla ilgili bişeyler olacağını düşündüm.  Öğretmen karakteri hiç sevmedim zaten. Vampir çocukla sınıftaki sessiz kızın aşkı daha güzel bir hikaye olurdu. 

Her ne kadar ilk aşkına benzese de devamlı bir öğrencinin etrafında dolanmak, her yerde karşısında çıkmak, özel ilgi göstermek bi de böyle dokungaçlı dokungaçlı konuşmak... Her kim olursa olsun, hangi öğrenci olursa olsun bu öğretmenin davranışları karşısında kafası karışır, kalbi çarpardı bence. Baştan sona gıcık oldum kadına.



Sonunda tabiiki de öğretmenin genç yaşta ölen sevgilisi vampire dönüşüp hafızasını kaybetmiş olduğu anlaşıldı ve yıllar sonra karşılaşmış oldular. Bunları öğrendikten sonra yaşananlara ok! Ama öncesinde de resmen öğrencisinin peşinden koşan (terslenmesine rağmen), ayrımcılık yapan kalitesiz bi öğretmen vardı ortada. Ayrıca adı bir ara öğrencisiyle ilişki yaşayan öğretmene çıktı ki, orda da bi masum bi suçsuz ayakları... Sinir oldum.


Dizinin tek güzel kısmı, insanlardan nefret eden soğuk vampirin, insanların arasında yaşadıkça onları anlaması, sevmesi ve onlara ayak uydurmasını gösteren sahnelerdi sanırım.


Sonu desem? Berbattı. 

Bilirsiniz en kötü dizilerde bile iyi bir yan arar, şunu seven izlesin, bunu merak eden göz atsın derim ama yok buna diyemiyorum. Benim gibi vampirlere meraklı olanlar varsa aranızda, onlar da izlemesin boşversin. Tamamen bir vakit kaybıydı!

11 Haziran 2016 Cumartesi

İzledim: The Fugitive: Plan B


Jini çocukluğundan beri etrafında kim varsa öldürülmüş, devamlı kaçarak ve korku içinde yaşamış bir kızdır. Şimdiye kadar tüm ailesini kimin ve neden öldürmeye çalıştığını bulmak için dünyaca ünlü bir dedektif olan Ji Woo'yu tutar. İkisi gerçekleri ortaya çıkarmak için yolları sürekli olarak Jini'nin sevgilisi Kai ve kafayı Ji Woo'yu yakalamakla bozmuş ola polis Do Soo ile kesişir.



Kısa zaman önce Please Come Back Mister ile izlediğim Rain bana yeterli dozda gelmemiş sanırım, Rain özlemiyle başladım diziye. Rain'i çok severim ve bunca yıl nasıl izlememişim kendime şaşırdım açıkçası.

Komedinin eksik olmadığı, istisnasız her bölümün izlemelere doyulmayan aksiyon sahneleriyle dolu olduğu paldır küldür bir dizi! Ben ki romantik dizileri severim, yine de bu aksiyona bayıldım.



Rain'i çok ama çok sevdiğimi söylememe gerek yok sanırım.

Ji Woo duygusuz ve alaycı görünen ama aslında her şeyi herkesi çok umursayan ve duygu dolu bir dedektif. İlk başlarda abartılı hareketleri, şapşal halleri bi garip gelse de sonradan karakterin yaşadıklarıyla öyle bir örtüşüyor ki... Kocaman gülümsemesi olan renkli mi renkli bir adam.



Özellikle kamera arkası görüntülerde oluşan özel bölümü izledikten sonra Rain'e olan hayranlığın ekstra arttı. Diziyi izlemeseniz de belgesel tadında o bölüme bir göz atın derim. Rain'in gerçek karakteri şakacı, güler yüzlü Ji Woo'yla aynıymış. Rain kendisini canlandırıyormuş resmen. Bu kadar hayat dolu ve hareketli bir adamın nasıl 3 yıldır Kim Tae Hee ile olduğuna da aklım ermiyor bu arada. Neyse...

İnanılmaz alçak gönüllü, herkesle konuşan herkesi eğlendiren, setin maskotu tadında bir adam. Ayrıca aşırı çalışkan ve alçak gönüllü. Dublör kullanmayı reddedip tüm sahneleri canı acıyarak ve sakatlanma uğruna kendisi çekmiş. Acıdan yerde yatarken 'set hazır'ı duyunca yerinden zıplayıp kimseyi bekletmek istemeyen bir adam. Daha neler neler söylerim onun hakkında ama susuyorum.



Jini yıllarca kaçmanın vermiş olduğu bıkkınlıkla hırçın ve dik kafalı bir kız. Yine de uzun süre inadından vazgeçmeyip, gerçekleri göremeyerek kendisine yardım etmeye çalışan bir adama inanmayıp ona kötü davranması beni çileden çıkardı.

Lee Na Young'u ilk defa izledim. Kendisi geçtiğimiz sene Won Bin'le evlenen kadınmış. Tabi Won Bin'in peruk gibi saçlarına bakmaktan evlendiği kadının yüzüne bakamamışım malum^^



Dizinin baş rollerinden birisi denilebilecek kadar ilgi çekici polis Do Soo başlarda ennn ama en gıcık olduğum rollerden birisindeydi. Böyle işin iç yüzünü bilmeden kafayı bir adama takmış, onu yakalamayı hırs haline getirmiş ama aslen çok iyi, işine aşık onurlu polis karakteri olur yaa... Hah işte o! Ama sonradan hem güzel bir aşığa hem de doğru yolu gören bir adama dönüştü. Dizinin yıldız adamlarındandı. Ayrıca özel bölümde de seslendirme yaparak sesinin güzelliğini bi kere daha gösteriyor^^



Daniel Henney'de yüzünü aşkını saplantı haline getirmiş bir adam olarak boooool bol gösteriyor bu dizide. Sevenlere duyurulur.



Diziye dair söylemek istediğim ilk ve en önemli şey: şimdiye kadar izlediğim en ama en iyi aksiyon/dövüş sahneleri bu dizideydi! Dövüş değil adeta dans! O kadar beğendim, koreografa tebrik mesajları yollayasım geldi. Özellikle Rain'in olduğu (ki elbette hemen hemen hepsinde vardı) sahneler inanılmazdı, hele de dublör olmadan kendisinin o hareketleri yaptığı düşünülürse... Normal bir dizide bazı dövüş sahnelerini atlar, atlamasam da sıkılırdım. Burda bazı sahneleri geri alıp tekrar izleyesim geldi.



Peki hiç mi olumsuz yanı yoktu dizinin? Ben varsam eleştiri de vardır tabii ki^^


  • Öncelikle aşk sahneleri yok denecek kadar azdı. Ha kimilerine normal gelmiş olabilir ama benim gibi aşk izlemeyi seven birisi için azdı işte! Sonuna kadar o ilişki bi oturmadı rayına, gıcık oldum.
  • Son her zamanki gibi asla ama asla tatmin etmedi beni. Herkes için -özellikle de polis Do Soo- anlamsızdı son.
  • Sen dizine baş rol diye Rain'i koy, sonra ondan faydalanma! Dizinin müzikleri oldukça kötüydü bence.
  • Dizinin kadrosu aşırı ama aşırı kalabalıktı. Dizinin ortasına kadar kim kimdi, kim kimin nesiydi tam oturtamadım kafamda. Gerçi o kalabalık kadro her şeyi daha komik hale getirdi^^

Çift uyumundan falan bahsetmedim, dediğim gibi aşk pek ön planda değildi. Peki ben nasıl sevdim böyle bi diziyi? 

Rain'in güzel yüzü, sempatisi ve büyük bir şov  tadındaki dövüş sahneleri hatrına bir fırsat verilir bu diziye diye düşünüyorum. 

3 Haziran 2016 Cuma

İzledim: Snow Lotus


Geçmiş hayatlarında büyük bir aşk yaşamış ama aşkları trajik bir son bulmuş olan Lee Soo Hyun ve Han Yeon Hee, birbirlerini, aşklarını ve hikayelerini şimdiki hayatlarında rüya olarak devamlı görürler. Her ikisi de bu rüyalara inanıp birbirlerinin karşısına çıkmalarını beklerken trajik sonlarını bu yaşamlarında değiştirebilecekler midir?


Dizi 2 bölümlük mini-dizi hatta miniminnacık bir diziydi ^^

Başrollerde


Ji Jin Hee (bi insan hep mi karizma kalır!!!)  ve Lee Ji Ah vardı. Her ikisini de, oyunculuklarını da çok beğendim. Lee Ji Ah'a kısa saçlar hiç ama hiç yakışmamış olsa da senaryo gereği gerekliydi, göz yumdum hihihi


Dizide alında benim sevdiğim pek çok öge vardı. Flash backler, geçmiş-gelecek karmaşası, erkek kılığına giren kadın klasiği, tarihi sahneler ve hatta...


Azcık ucundan kötü adam olarak karşımıza çıkmış olsa da Ahn Jae Hyun! (kötülüğün dibine vurmak yanlış olsa da o kadar hırslanmakta haksız da sayılmazdı hani)


Diziyi çok severek izledim, taa ki sonunda kadar.


Burdan sonra ciddi spoiler vericem ona göre sevgili okur!!!

  • Ma Moon Jae'nin kendi seçimiyle bu hayata kadın olarak gelip sonra da ezeli düşmanına aşık olarak aynı kötülükleri yapması neydi allaşkına??
  • Sonra şık şıkıdım bi kadının birine arabayla çarptırıp öbürüne uyutarak çatıdan aşağıya atarak  cinayete kalkışmasına ne diyosunuz?
  • Peki plazadan bozma koca binanın çatısından düşüp ölmeyen, yıllarca komada kalan Lee Soo Hyun? Belli ki yıllaaaar yıllar geçmiş ki Han Yeon Hee'nin erkek saçları beline kadar uzanıyodu yani.
  • Uyanır uyanmaz da sanki komada değilmişçesine şakır şakır konuşması, Han Yeon Hee'nin hiçbir şaşkınlık, heyecan yaşamaması...

Dediğim gibi sonuna kadar her şey güzel gidiyodu. Snow lotus'un dizide işlenişi, rüyalar, çizimler, lucid dream olayı her şey iyiydi de sonu bi garip oldu.

Yine de 2 tanecik bölüm olduğundan vaktinizi boşuna harcayacak bişey olacağını düşünmüyorum. Elinizde dizi kalmadığında (ki olur mu öyle bi durum bilemem) bi fırsat verin derim. Çok beklentiniz olmadan bi film izliyormuş hissiyatıyla yaklaşın yeter ^-^