''If you want the rainbow, you have to deal with the rain''
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

26 Mart 2016 Cumartesi

İzledim: Moorim School


Hafiften fantastik olayların döndüğü, eğitim anlayışının öğrencilere sadece bir şeyler öğretmekten ziyade dünyaya daha iyi bir düzen getirebilecek bireyler olmalarını sağlamaya yönelik olan efsane bir okul: Moorim School. Bu okuldaki öğrencilerin gelişimlerini, dostluklarını, bağlarını ve aynı zamanda 4 özel öğrencinin aralarındaki ilişkileri ve kendilerini, kim olduklarını bulmalarını izliyoruz.


Bana o kadar hitap eden bir diziydi ki anlatamam. Hayatımda 2 okula çok gitmek istedim. Birisi Hogwarts diğeri de Moorim^^ Dizinin atmosferi tam benim tarzımdı. Hafif mistik ve fantastik, hem aksiyon hem romantizm dolu. Mekanlar gerçek dışı olmasa da her gün gördüklerimizden çok farklı olduğu kesin... Beni çok farklı bir dünyaya taşıdı.


Öğretmenler, öğrenciler ve hatta kötü karakterlerin her birisi o kadar kendine has o kadar güzel çizilmiş ki aralarında olmak, bir parçaları olmak istedim dizi boyunca. Resmen kıskandım yani ortamlarını. İzlediğimiz vıcık vıcık romantik komedilerden değildi (ki severim onları da), dırırım dırırım gerilim aksiyon değildi, şebelek okul dizilerinden de değil... Hepsi mükemmel bir dengede adeta.

Dizide yabancı uyruklu oyuncu bola bulunduğu gibi ayrıca Abnormal Summit severlere de güzel sürprizler var^^



Özellikle sopayla dövüşme ve diğer eğitim sahneleri o kadar hoşuma gitti ki dövüş sanatları kursuna yazılmak falan istedim. İnanılmaz görseldi. Aynı zamanda işin sihri şu ki, tüm dövüş anları inanılmaz bir dostluk bağıyla yansıtıldı bize. Nasıl sevmeyeyim???


Eleştirilerim yok mu? Elbette var. Öncelikle Başrol kadrosundaki 4 öğrencinin 3'ünün kesinlikle daha iyi oyunculardan seçilebileceğini düşünüyorum (yukarıdaki 3'lü). Eminim ki o zaman dizinin reytingleri çok daha iyi olurdu.

Sonra bi yerde Moorim Okulu'nda öğrencileri engin bilgi ve kişilikle birlikte dövüş sanatlarında da usta yetiştirmenin esas olduğunu, dövüşçü yetiştirmediklerini, bu yüzden de haftada 1 gün dövüş dersi olduğunu söylemişti dekan. İzlediğimiz tüm dersler dövüş dersiydi yani lütfen... Haa be buna bayıldım orası ayrı. Ama insanın dediğiyle yaptığı bibirini tutmalı di mi??? Ay ben saçma sapan şeylere takıyorum dimi hahahaha^-^


İlk bölüm ilk sahne öyle fantastik ögelerle başladı ki, beklentim çok büyüktü. Dizi malesef beklediğim kadar fantastik çıkmadı, yine de çok sevdim ama o başlangıçtan daha çok şey beklemiştim açıkçası.

Ha sonra, bi Hogwarts bi Moorim dedim yaa...Dizi sonlarına doğru bi ara cidden Harry Potter'a bağladı. Kaçıncı filmdi hatırlamıyorum ama bi ara Dumbledore dekanlıktan alınmış yerine bakanlıktan şeytani bir dekan atanmış ve kendi kadrosuyla okulu eski havasından oldukça uzakta disiplin manyağı bir hapishaneye dönüştürmüştü ya hah işte o senaryonun bire biri burda var. Mükemmel dekanımız bir ara işten alınıyor ve yerine vakfın atadığı şeytani dekan kendi kadrosuyla birlikte okulu bir Nazi kampına çeviriyor. Kopya mı? Bence azcık öyle. Kötü müydü? Asla değil ben çok beğenerek izledim.


Gelelim karakterlerin bazılarına...


Esas oğlanımız, Yoon Shi Woo rolünde Lee Hyun Woo. Daha önce To The Beautiful You da şeker mi şeker bir rolde izlediğimiz Lee Hyun Woo her zaman öyle kalmalı sanırım. Pek yakıştıramadım rolüne. 

Yoon Shi Woo, ailesini küçükken kaybedip yetimhanede büyümüş, içine kapalı ve soğuk bir karakteri olan, hayatını tamamen müziğe adamış, kötü karakteriyle bilinen ünlü bir idolken çeşitli sebeplerle kendisini Moorim Okulu'nda buluyor ve bu okul sayesinde hem kişiliğini düzeltip hem de gerçekte kim olduğunu öğreniyor. 


Şahane yazılmış bir karakter ama şahane bir oyunculuk diyemeyeceğim... Kötü mü? Değil. Ama daha iyisiyle dizi çok daha büyük bir hit olabilirdi. Ayrıca bir bölümde bir sahneden diğerine geçerken sapsarı saçlarının birden siyaha boyanmış olması da acayip sinir etti beni. Yani oyuncular zaman atlaması olmayınca koca yaz tatillerinde bırak saçını; kilosunu, ten rengini bile değiştirmiyor yeri gelince. Bu neydi yani!


İkinci erkeğimiz Wang Chi Ang rolünde Lee Hong Bin. Benim hiç dinlemediğim ama oldukça meşhur olan VIXX grubunun solisti (e tabi dizinin şarkıları da VIXX'den). Yine şahane bir oyunculuktan bahsedemesem de karakter bence çok daha zordu ve az deneyimli birisi için fena değildi diyebilirim. 

Yoon Shi Woo nasıl ki ailesiz büyüdüğü için çarpık bir karaktere sahip olmuşsa Wang Chi Ang da ailesinin varlığıyla karakteri bozulmuş bi çocuk. Kötü karakterli ve sert holding sahibi zengin bir babayla her daim ezilmiş iyi kalpli metres annenin oğlu olan Chi Ang her zaman annesiyle birlikte olmanın, aile olmanın özlemi ve baba baskısıyla büyümüş zavallı bir çocuk aslında. Babasının sinsi planları yüzünden zorla Moorim Okulu'na gelse de burada kendisine bir yol çizme fırsatı ve karakterini düzeltme imkanı buluyor. 


Binlerce sıkıntısı arasında yüzüne daima kocaman bir gülümseme koyan ve kimseye zayıflıklarını göstermemeye çalışan bir çocuk. Bu cümlemden beni tanıyanlar anlamıştır ki benim favorim yine ikinci erkekti bu dizide.


Wang Chi Ang ilk gördüğü andan beri başrol kızımız Shim Seon Deok rolündeki Seo Ye Ji'ye aşık. Başlarda sevimli gelen bu karakter sonraları biraz abartı geldi bana. Hoşlaşmadım pek. Hayatında herkesi küçük gören, kimseyi sevmeyip yanına yaklaştırmayan Chi Ang'ın aşkı bana o kadar özel geldi ki onun karşısında Shi Woo'yu sevmesi bana bi ters geldi bi taraf tuttum zaten hahaha...


Başlarda birbirinden nefret edip sonra çok güçlü bir dostluk kuran Shi Woo ve Chi Ang arasında bu aşk büyük bir engel oluşturdu elbette. Bu da kıza gıcık olmama sebep olmuş olabilir. Ama dostunu ilk tanıdığı andan beri kıza aşık olduğunu bilmesine rağmen kendisini birazcık bile geri çekmeyen Shi Woo bence büyük suçluydu ve bayaa söylendim ekran karşısında ona. Kızdım yani epey^^


Peki bu dostluğa zarar vermeye ve Wang Chi Ang'ı bu kadar üzmeye değecek kadar büyük bi aşk mıydı derseniz, cıx yok bence değildi. Ama gençlerin içini bilemem tabi günahlarını almiyim şimdi hiihih


Hani 4 başrolden 3'ü daha iyi olabilir demiştim yaa. İşte bu son 1, gerçekten iyi olan! Daha önce hiç izlemediğim birisi, Hwang Seon Ah rolünde Jung Yoo Jin. Geçmişini hatırlamayan, okulda doğmuş büyümüş, dekanın biricik kızı. O da arkadaşları sayesinde geçmişini, kim olduğunu öğreniyor. Güzel bir kız, iyi bir oyunculuk, zaten şahane yazılmış bir karakter, daha ne olsun!!!


Neticede ben diziyi çok büyük zevkle izledim. Kadrosu, karakterleri çok hoşuma gitti ama ondan öte dizinin hafif fantastik bi tutam romantik azıcık aksiyonlu konusu ve mistik atmosferi beni benden aldı. Keşke 2. sezonu olsa diyorum gerçekten. Bana kalırsa klasik çok tutulan dizilerden farklı şeyler de izlemeyi seviyorsanız mutlaka ama mutlaka bir şans verin!


21 Mart 2016 Pazartesi

İzledim: Cheese in the Trap

Uzun zamandır taslakta bekleyen bu yazıyı malum memleket meseleleri sebebiyle yayınlamamıştım. Hala da yayınlamayacaktım ama onların istediği içi ölmüş insanlardan olmak istemedim. Bilmiyorum hangisi doğru...


Evet sonunda ben de izledim!!!


Hayata zar zor tutunan, her şeyi çok çaba sarf ederek elde etmek zorunda olan Hong Seol ile aralarında neredeyse nefret ilişkisi olan Yoo Jung'un birbirlerinden hoşlanmaları ve bu ilişkiye Yoo Jung'un geçmişinden gelen insanların dahil olmasıyla gelişen olayları izliyoruz.


Soğuk, kendinden emin, insanlara yukarıdan bakan, gizemli ama yakından tanıyınca ufak bir çocuk olan Yoo Jung rolünde Park Hae Jin'e bayıldım. Dizinin ortasına kadar 'Ya bu adam şahane ama bi b.kluk mu var acaba?' diye düşünüp durdum. Hem sevdim hem gıcık oldum, hem acıdım hem sinirlerimi bozdu zaman zaman. 

Dizinin başlarında gül yüzünü bol bol görsek de sanki ortasından sonra sahneleri azaldı, iyice mahrum kaldık. Senaristler tarafından Park Hae Jin vaadiyle kandırılıp dizide kalmış gibi olduk sanki. Karaktere, işlenişine bayılmışken daha çok görmek isterdim.


Baek In Ho rolünde Seo Kang Joon'u ilk defa izledim gibi geldi ama hemen kendine hayran bıraktı. Zaten her zaman dışarıdan güçlü ve neşeli görünen ama içerisinde binbir yara olan karakterlere çok bağlı hissetmişimdir kendimi. O da öyleydi işte. Dizinin en acınası, kalbimi en parçalayan insanıydı. Bir yandan eski dostu, bir yandan ablası, bir yandan hayat şartları, bir yandan da duygularıyla uğraşmak zorunda kaldı. Hiçbir zaman ulaşamayacağını bildiği aşkıyla cebelleşti, uzaktan izledi...Eminim ki herkese 2. adam sendromunu yaşattı benim gibi.


Hong Seol rolünde ize hiç izlemediğimden emin olduğum hatta ilk dizisini çeken Kim Go Eun vardı. Açıkçası ben Hong Seol karakterini pek sevemedim. Devamlı ağlak, ne istediğini bilmeyen, soğuk, neşesiz, anlayışsız bir kızdı. Kendisi açık sözlü olmazken her şeyi içinde tutarken karşısındakinden açık sözlü olmasını bekleyen, kimseyi dinlemeden kendi kafasında hikayeler yazıp onlara inanarak insanları yargılayan, kendi için yapılan bazı fedakarlıkları görmeyip acımasızca davranan bir kızdı. Masum ve mazlum yüzünü malesef sevemedim. İki adamı da haketmedi sanki, adamlara üzüldüm haha^^

Bir de fakirlikten fukaralıktan canı çıkan Hong Seol'un her gün ama her gün farklı bir çanta ve kaban giymesi de benim acayip dikkatimi çekti, çünkü çoook beğendim! Yani kostüm sorumluları falan karakterleri giydirirken bunlara dikkat etmiyor mu? Aynı durum bir de Heirs'da Park Shin Hye'nin karakterinde vardı. Fakir hizmetçi kızı her ün farklı kabanlar giyerdi. Peeeehhhh...


Bu başroldeki 3 karakteri She Was Pretty ile çok özdeşleştirdim nedense. İçine kapanık ve gösterişsiz asıl kız, olgun ve ağır başlı asıl oğlan, neşeli ve esprili, tüm acılarını içinde saklayan 2. adam. Çok benzemiyorlar mı???


Dizide en sevdiğim şeylerden birisi bu 3'lünün dostluğu ve özellikle Eun Taek rolündeki Nam Joo Hyuk oldu. Açıkçası nedendir bilinmez Nam Joo Hyuk'u her yerde çok seviyorum. Burdaki rolü de herkesin hayatında olmasını isteyeceği destekçi, neşeli, her an yanında olan güvenilir bir dost. Ben çok istedim.


Dizi genel olarak manyaklar için yol geçen hanı şeklindeydi.

--> Saçma sapan sinir atakları geçiren, kendini dünyanın merkezi sanan, her istediğinin gökten inmesini bekleyen megaloman Baek In Ha mı desem,
--> Kendisini Hong Seol'a benzetmeyen çalışan, aşağılık kompleksli Son Min Soo mu desem,
--> Başkalarının sırtından geçinmeye alışkın, tembel, hiçbir şey için uğraşmayıp bir de hazıra konamayınca sinirlenen Kim Sang Cheol mu desem,
--> Sapık/Stalker olup Hong Seol'u takip edip bir de birileri bunu ortaya çıkarınca pişkin pişkin sinirlenen Oh Young Gon mu desem,
--> Mahallede kadın iç çamaşırlarını çalarak dolanan sonra da 'Sokakta benden daha manyak bir sürü insan var, ben neden suçlu olayım ki?' diye kendini savunan mahallenin sapığı mı desem...

Zaten Baek In Ho ve Yoo Jung da pek normal sayılmazlar hahaha^^^


Her yerde dizinin çoook beğenildiğini ve herkesin tekrar tekrar izlemek istediğini okudum. Açıkçası karakterleri ben de beğendim, konu da fena değildi ama bu abartıya katılır mıyım bilemiyorum... Öncelikle dizide öyle çok büyük bir aşk hikayesi veya aşk sahneleri görmedik bence. Daha çok ortaokul çocuklarının ilişkisi gibiydi. Yoksa bana mı öyle geldi acaba???


Çiftin kimyasını da pek uyumlu bulamadım ben zaten. Gerçi Hong Seol sanki kimseyle kimyası uymayacak bi tip ama neyyyyyyysee^^


Ben açıkçası bu dizide 2. adam sendromuna kapıldım. She Was Pretty'deki Siwon!a çok benzettim, ona da tutulmuştum. Böyle derdini tasasını dışa vurmayıp içten içe acı çeken, insanlara hep yardım etmeye çalışıp güler yüzle herkes neşelendirmeye çalışan, gamsız gibi görünen ama keder dolu... Sevdiği kız başkasını seviyor... Bırakamıyor, unutamıyor, boş veremiyor. Öylece uzaktan izleyip, yaklaşmayıp kızın ihtiyacı olduğu anda yanında bitiveriyor. Bazen kızın yüzünü güldürerek, bazen evine götürerek, bazen kötü insanlardan korumaya çalışarak bazen de sadece soğuk havada bir atkı vererek kendi içerisinde duygularını yaşıyor. Öyle bir adam... Öyle de sevilesi...


Dizinin sonuna gelince... Konuşmak bile istemiyorum aslında. Yani neydi o öyle??? Tamamen 2. sezon olacakmış gibi bitti, olmayacaksa bizi aptal yerine koyacaklar... Diyecektim ama olmayacağına dair bilgiler yayılmaya başladı bile internette. O zaman ne bu yani??? Kimseden hiçbir şey olmadı, herkes kendi hayatına döndü, herkes yalnız ve bir tek psikopat, yeri kesinlikle akıl hastanesi olan ama şansa kurtulan Baek In Ha mutlu!!! Anlamıyorum, anlayamam! Gerçekten içtenlikle bir kez daha Koreli senaristleri ayakta alkışlıyorum! Eminim ki internette izleyici yorumlarını okurken kıs kıs gülüyodur sinsiler.


Dizide ahım şahım olaylar, aksiyonlar, insanlar arası çılgın ilişkiler olduğunu söyleyemeyeceğim. Açıkçası genel olarak herkesin birbirini yanlış anlaması, kimsenin birbirini dinlememesi yada kimsenin derdini, olan biten olayları birbirine anlatmamasından ibaretti her şey. Herkes ama neredeyse herkes birileriyle derdi olunca oturup konuşmak yerine kafasında hesabını kesti, etiketini yapıştırdı. Yoksa bir olay yoktu dizide! Bu ki aşığın bir arada olmaması için tek bir mantıklı sebep yoktu ortada. O onu yaptı, bu bunu dedi, buna ne yapmış diyerek dizinin yarısını bi küs bi barışık geçirdiler zaten. Sonra da bi psikopat kızın saçmalıklarına her şey saçmaladı. Anlamadım, sevemedim... 

Güzel bir dizi olsa da kesinlikle benim tekrar tekrar izleyeceğim bir dizi olamaz. Haaaa en sevdiğim dizi kanallarından birisi olan tvN bi krallık yapıp 2. sezonu çekerse işte o zaman daha güzel yorumlarla dönebilirim^^


Bunu okuyan sevgili okurlarım siz muhtemelen çoktan izlediniz di mi^^ Yani izleyin izlemeyin tavsiyem saçma olur, böyle popüler bir diziyi herkes izler. Ama ben kesinlikle abartıldığını düşünüyorum. Hele ki geçenlerde Kill Me Heal Me'den sonra en iyi dizi diye bir yorum okudum ki ben şok!!!!

Neyse efendim, lafı uzatmayayım. Ben de böyle ters köşe yaptım bu dizide işte... Bayılmadım herkese rağmen. Siz neettiniz???


5 Mart 2016 Cumartesi

Mim: Yayınevleri

Sevgili ruh ikizim Supercel sağolsun beni mimlemiş. Çok da iyi yapmış zira uzun zamandır parmaklarım klavyeye gitmiyordu nedense. Hem burda bahsetmekten hoşlanmadığım ülkemizin sosyal ve siyasal olarak içinde bulunduğu durum hem de kendi hayatımdaki karmaşalar beni çok garip bir ruh haline soktu. 

Neyse bu sıkıcı konuyu es geçip mime başlıyoruuuum ^-^

1) En sevdiğiniz yayınevi hangisi?
Özellikle tercih ettiğim bir yayınevi yok aslında. Ama bu mim için kitaplığıma göz attığım zaman bazı yayınevleri öne çıktı. Mitoloji merakım yüzünden sayısız Mitoloji ve Sanat Yayınları kitabım var. Fantastik hikayeleri ve serileri okumayı sevdiğim için ayrıca farklı konulardan pek çok dünya edebiyatından kitap yayımladığından Pegasus Yayınları'ndan çok kitabım olduğunu farkettim. Son olarak ilkokuldan beri klasikleri okumayı seven birisi olarak kötü çevirisine rağmen en ucuz kitapları bulundurduğu için Bordo-Siyah Yayınları'na ait çok kitap biriktirmişim, ama bu seviyorum demek değil sanırım...

2) Bu yayınevinden okuduğunuz kitabı kısaca yorumlayın.
En sevdiğim yazarın en sevdiğim kitabı, Jane Austen'dan Aşk ve Gurur. Hemen hemen çıkmış tüm yayınevleri baskısı elimde olsa da ilk Bordo-Siyah yayınlarından okumuştum.


İngiliz aristokrasisinden bir adamla alt tabakadan bir kızın klasik zengin oğlan-fakir kız tarzı aşkını romantizm ve realizm gibi sanat akımlarının etkisiyle destansı bir şekilde anlatan, ve hayatımın adamı dediğim 'Mr. Darcy'i hayatıma sokan efsanevi bir aşk hikayesi. Dönemim yaşam tarzını, insan ilişkilerini ve edebi algısını Jane Austen'ın ustaca kullandığı kelimelerde iliklerinize kadar hissedebilirsiniz.

3) Bu yayınevinden okuduğunuz bir kitaptan bir söz yazın.
''Bir insan kibirli olmadan da gururlu olabilir. Gurur insanın kendisiyle ilgili, kibirse başkalarının bizimle ilgili görüşleriyle alakalıdır.''
Jane Austen-Aşk ve Gurur

''Dünyanın bütün kitapları doyuramaz kafamın açlığını. Neler neler okumadım! Ama yine de kafamın açlığından ölüyorum...Anlayışım arttıkça bilgim eksiliyor...''
Tommaso Campanella-Güneş Ülkesi


''Şapkacı: Deliriyor muyum?
Alice: Evet, ama sana bir sır vereyim. Dünyadaki en iyi insanlar genelde iyidir.''
Lewis Caroll-Alice Harikalar Diyarında


Kendimi durduramadım sanırım hihi^^

Not: Eveti hepsini ilk Bordo-Siyah'tan okudum. Artık çok sevmesem de hakkını vermem gerekiyor sanırım.

4) Yazarın başka okuduğunuz ve önerdiğiniz bir kitabı var mı? Varsa ne?
Jane Austen dediğim gibi en sevdiğim yazar ve tüm kitaplarını okudum. Özellikle Emma ve Mansfield Park kitaplarını şiddetle tavsiye ederim! Ama Bordo-Siyah'tan değil!

              

5) Yayınevinden bir kitap çıkartsanız ve tutmazsa ne yaparsınız?
İki seçenek var: ya ahlanır vahlanır çok üzülür kendimi rezil olmuş hissederim yada belki bir ihtimal 'Oh böyle de bir deneyimim oldu, şu dünyada bir iz bıraktım' diye sevinir ve kimseye kitap çıkardığımı söylemeden bunu gizli bir zevk olarak yaşarım^^

6) Bu yayınevinden almak istediğiniz kitaplar neler?
Kütüphanem dolu olsa ve şimdiye kadar çok sevsem de artık Bordo-Siyah yayınlarından hiç kitap almadığımı üzülerek söylemeliyim. Özellikle İngilizcesi iyi olan ve kitapları orjinal dillerinde okuyabilecek kişiler için çeviriler gerçekten kötü.

Arkeoloji ve Sanat Yayınları-Örneklerle Hellenistik Çağ Şiiri


Pegasus Yayınları-Ürperti/Beklenti/Ebedi


Pegasus Yayınları-Silber


Herkesin kısa ve öz yazdığı mimi ben tabiiki de uzatmalıydım! Bu mimi okuyup da içinden yazmak gelen herkese gönderiyorum, yazınca bana haber edin lütfen^^