Böyle yazılar yazmam genelde buraya ama yazasım geldi nedense...
Ben aşka inanmayan bozuk bir ruhum maalesef. Muhtemel geleceğim köpekli bir kadın olarak ölmek (köpek sevdiğimden kedili kadın klişesini uyarladım kendime). Aşk bence ejderhalar, kurt adamlar, pokemonlar gibi kurgudan ibaret. En güzel aşklar filmlerde, kitaplarda değil mi? Sebebi gayet açık, çünkü yazarların yarattığı hayali bir ürün. Fantastik yaratıkları, süper kahramanları, sihir olaylarını izlemeyi ne kadar çok seviyorsam aşk filmlerini de izlemeyi bir o kadar seviyorum. Hepsi aynı kefende benim için.
Neyse...
Son zamanlarda eskiden severek izlediğim bir Türk dizisini atlaya hoplaya özet halinde tekrar izler oldum. Sevdiğim dizileri tekrar tekrar izlemek gibi bir huyum vardır malum...
Bu dizide
Bir adam var... Sevdiği kadın kendisine yasak. Sevdiği kadını görmek için başka bir ülkeden zaman zaman gelip ona görünmeden bir deniz yıldızı bırakıyor olduk olmadık yerlere olduk olmadık zamanlarda. Sonra gizlenerek uzaktan onun çocukça sevincini, yüzünün gülmesini izleyip, bununla tatmin olmaya çalışarak mutlulukla geri dönüyor. Böyle bir adam...
Bir adam var... Sevdiği kadın yaşıyla, mevkiiyle kendisine öyle olamaz ki, kadın adamı kendinden uzaklaştırmak için başkasıyla evleniyor ama adam yine vazgeçmiyor. Hayır, sulu bir aşık gibi yapışmıyor kadına ama her başı sıkışınca yanında, gözleri hep onda... Amansız bir hastalıkla cebelleşen kadının son anlarına kadar yanında duruyor, kendisini ona adıyor, sevgili olmasa da sevdiği oluyor, karşılıksızca her şeyini veriyor ona. Böyle bir adam...
Bir adam var... Kadına öyle aşık ki, kadının başkasına aşık olduğunu bile bile, kadın ona 'ben seni sevmiyorum, asla da sevemem' demesine rağmen sırf yanında kalabilmek için evleniyor kadınla. Yıllarca kadının hırçınlığını çekiyor, başka bir adamı özlemesini umutsuzca izliyor. Ama bekliyor... Sevgi kırıntılarını, saf aşkının anlaşılmasını bekliyor... Kadının azıcık da olsa bu aşkı görmesini sakince, sabırla, durduğu yerde, üstüne gitmeden bekliyor. 'Şu hayattan tek istediğim şey senin beni azıcık sevmen' diyor usulca. Böyle bir adam..
Bir adam var... Suçlu, ülkeden gitmesi lazım. Sevdiği kadından ayrılmak istemediği için, onu arkasında bırakmak istemediği için hapse girmeyi, işkence görmeyi göze alıyor. Kadının zoruyla yurt dışına gidince de yıllar boyu gün be gün onu düşünüyor, onunla kavuşacağı günün hayalini kuruyor. Döndüğü an kalbi pır pır... Yıllarca başka bir şey düşünmemiş. Hep, sadece, vazgeçmeden aynı kadını sevmiş... Böyle bir adam...
'Kavuşamayınca aşk olur' demiş Aşık Veysel. Kavuşamayınca değil de, sanki ilişkilerin bazı badireleri atlatması gerekiyor aşk olması için. Şimdi sizin, bizim aşklarımız nasıl oluyor? Okulda, ofiste bi çocukla tanışıyoruz. İki çiçek, sınırsız yemek ve sinema sonucunda gülüyoruz eğleniyoruz, çok fakir fukara değilse ailelerimiz de karşı çıkmıyor, 2-3 ciddi mevzu konuşup evleniyoruz, aşk oluyor... Nasıl oluyor? Ben de bilemiyorum.
Dedim ya ben aşka inanmıyorum diye. Belki yukarıda yazdıklarım da aşkmıştır, ben bilmiyorumdur. Etrafımda sevgilisi olan çok var, aşığım diyen de, ama o filmlerdeki dizilerdeki kitaplardaki aşklar yok. Yok gibi... Görmüyorum...
Sizin etrafınızda var mı allaşkına?
Sizin aşkınız büyük bir aşk mı?
Öyleyse bi anlatın da inandırın beni lütfen. Ümit parçalarına ihtiyacım var...