Mutsuz ve umutsuz bir hayat süren Pyo In Sook, yaşamında güzel giden hiçbir şey yokken bir de üzerine ölümcül bir hastalığı olduğunu öğrenir. Hayatının son zamanlarını bir bakım evinde geçirmeye karar verip oraya yerleşir. Bakım evinde kendisi gibi ölümü bekleyen 2 kadınla hayatında ilk defa arkadaş olur. Bu 3 kadının başları bir cinayet davasıyla belaya girer, bu sırada Pyo In Sook kiralık katil Min Woo Cheon ile tanışır ve ölümü beklediği son günlerinde tüm hayatı değişir.
Dizinin konusu, henüz hiç izlemeye başlamadan bile 'Çok fena ağlatıcam seni, nefes alamayacaksın, yüreğini dağlicam' diye bağırıyor. Tüm bunlara hazırlıklı olarak başladım izlemeye. Sonrası tam bir roller coaster.
Hospital Playlist ile kalbimizde yer eden Ahn Eun Jin burda Pyo In Sook rolündeydi. Daha Hospital Playlist'in ilk sezonunda bu kız bi dizi çekse de izlesek diye düşünmüştüm, ikinci sezon biter bitmez bombayı patlattı. Ahn Eun Jin bana kalırsa gümbür gümbür geliyor. Hem oyunculuğu hem görseli nasıl doğal, nasıl gerçekçi anlatamam. Genel olarak Kore güzellik standartlarınca asla kabul görmeyecek tombul yanakları, katsız göz kapakları ve sıfır bedene düşmemiş bedeniyle bence mükemmel bir oyuncu olmaya aday. Hokka burunlu, V çeneli, yalancı çift göz kapaklı, baştan aşağı estetik olduğu için mimiklerini oynatamayan kadın oyunculardan gına gelmişti bana. Ama Ahn Eun Jin'n her mimiği, ağlaması, gülmesi, sesinin titremesi bile o kadar içten ki... Çok etkilenerek izledim bu dizide kendisini.
Min Woo Cheon rolünde ise Kim Kyung Nam vardı. Yeni obsesyonumuz hayırlı uğurlu olsun arkadaşlar. O kadar zor, o kadar ağır bir karakterdi ki, kim bu kadar güzel portre edebilirdi bilemiyorum. Hayranlıkla izledim. Saniyesinde usul usul akan gözyaşları, nasıl davranacağını ne yapacağını bilemediğindeki o şaşkınlığının gözlerinden okunması, mutlu olunca gözlerinin parlaması... Bu kadar az konuşan, kendisini kelimelerle ifade etmeyen bir karakter bakışlarla ancak bu kadar güzel oynanabilirdi. Bayıldım!
Hayatını duygusuzca yaşamış, ölüme beş kala sevmeyi sevilmeyi öğrenmiş bir kadın ve hayatını umutsuzca, iyilik kötülük bilmeden yaşamış, ölmek üzere olan bir kadına aşık olunca ümit dolan bir adam... Yaşamak da ölmek de bu ikili için hiçbir anlam ifade etmezken birlikte olunca yaşamak istemeye başlıyorlar, hayat anlam ve önem kazanıyor.
O kadar acıklı, şanssız ve duygu dolu bir hikaye ki... Birbirlerine destek olup, engel olup, umut olup, bedel olup birbirleri için yaşamak istemek, hem de tam zamanları hiç kalmadığı bir anda... İnsanın yüreğine oturan bir aşk hikayesi bu, çok yavaş ve derinden çarpıyor.
Koreli oyuncular deyince ilk 20 de bile akla gelmeyecek bu iki oyuncu o kadar yükseliyor, birbirleriyle o kadar bütünleşip güzel ve etkili bir masal anlatıyor ki bize bu dizide, etkilenmemek elde değil.
Bütün hayatını tek başına geçirdikten sonra ölüme yaklaştığın anda bile olsa böyle dostlar edinebildiysen yine de şanslısındır bence, yine de hayat sana son anda bile olsa acımıştır.
Kang Se Yeon (Kand Ye Won) hayatını kendisi olarak yaşamamış, hep bir kafeste kalmış çok zavallı bir kadındı. Son anlarında bile olsa özgürlüğüne kavuşmaya çalıştı, onun gücüyle çok gurur duydum
Seong Mi Do (JOY) ise hayatı boyunca sevilmeyi istemiş köpek yavrusu gibi bir kızcağızdı. Kendisine yalanlarla dolu bile olsa bir mutluluk balonu yaratıp onun içinde kalmaya çalışıyordu. Burda eklemem lazım ki normalde oyunculuğunu asla beğenmediğim JOY beklentilerimin kat be kat üzerinde bir iş çıkarmış. Çok çok başarılıydı.
Ne trajiktir ki bu 3 kadının da hastalığı, sonu ne olursa olsun onları mahveden psikolojik sorunlarının kökeni tamamen aile idi. O kadar çok üzülüyorum ki bu hikayelere, herkesin sonunu getiren şey çocukluktan, aileden geliyor eninde sonunda ve aileler bunun asla farkında değil çoğu zaman.
Bu dizi öyle bir diziydi ki, doğru zamanda izleyen birisi için gerçek anlamda hayat değiştirici olabilir. Yanlış zamanda izleyen için de dünyanın ne sıkıcı dizisi...
Tek bir kişinin bir insanın hayatını nasıl değiştirebileceğini, hayatta önemsiz gördüğümüz şeylerin başka birisi için ne kadar önemli hatta en büyük dileği olabileceğini izledik..
Mesela lıkır lıkır su içebilmek...
O kadar değerini bilmiyoruz ki elimizdekilerin yada o kadar değercesine yaşamıyoruz ki hayatımızı, ölmek üzere olan onlarca kadınla dolu olan bir bakımevinin hikayesini izlerseniz belki daha iyi anlarsınız ne demek istediğimi.
Benim için bu dizi hayat değiştirici bir dönüm noktası olmadı belki ama gereğinden fazla etkilendim diyebilirim. Diziyi izlerken kronik hastalığı olan birisi olarak, covid şüphesiyle yatıyodum evde. Aile hekimim testin sonucu pozitif de olsa negatif de aynı ilaçları içeceksin dedi, test olmaya gittiğimde hastanede bekleyemeyeceğim kadar bir kuyruk ve bunaltıcı bir kalabalık vardı. İlaçlarımı alıp evde bekledim boş boş. 'Kötüleşirsem hastaneye gider yada ambulans çağırırız' tek düşünce buydu. Herkesin korktuğu covide karşı, kronik hastalığı olan ve pandemi başından beri evden çıkmadan yaşayan birisinin neler hissettiğini tahmin bile edemezsiniz. Böyle hassas bir anımda izledim ben de bu diziyi işte. Bakım evindeki her bir karakterin o 'ölene kadar ölmedik' diyen ümit dolu yaşam mücadelesini izlerken çok etkilendim. Duygusal boşluğunda olmayan, yada mutluluktan bulutlar üzerinde yürümeyen herkes de az buçuk da olsa etkilenir diye düşünüyorum.
Diziyi sevmemin bir diğer sebebi de çok sevdiğim, ara ara açıp atlaya atlaya izlediğim dizilerden olan Just Between Lovers ile çok benzer tonlarının olması. Yani belki bu bir tık daha ağır ama ağızda bıraktıkları tat aynı. Karakterlerin olgunluğu, dramları aynı. Belki bakışları bile aynı olabilir o derece aynı hissiyatı bıraktılar bence çünkü. Romantik komedileri ne kadar sevsem de böyle zamanlarda anlıyorum ki romantizm dolu dramlar da tam bana göre.
İlla eleştirmem gerekirse dizinin sonuna doğru çok yavaşladığını söyleyebilirim. Sonu bir türlü gelmedi, olaylar çok yavaş çözümlendi. Cinayet olayı bir süre sonra yordu, bakım evindekilerin hikayesini daha yoğun izlemek isterdim açıkçası. Bir de dizinin ortasında polis nereye kayboldu yahu? Hayır geldi gelicek bekledim ama yok geri dönmedi, koskoca ünlü oyuncu birden kayboluverdi ortadan. Ünlü bir oyuncu olunca, bir de hafif sivri bir karakter olunca dizinin bi noktasında önemli bir yeri olacak, karakterlerle yada olaylarla bir ilişiği oluşacak sandım ama adam kayboldu yahu ben de şaşırdım açıkçası anlamlandıramadım. Oyuncunun birden diziden çıkmasıyla ilgili magazinsel bir olay varsa ve bunu bilen varsa yorumlarda bana anlatsın lütfen çünkü ben aradım ama bulamadım:((
Şimdi diziyi düşününce aklıma şu geliyor, acaba bizde de öyle bir bakımevi var mıdır? Ölüm döşeğinde olan birisinin kendi gibilerle birlikte bağ kurarak bir arada olması güzel birşey olmaz mı? Yalnız olanlar için zaten güzel, ailesi olanlar içinde ailesine daha az acı verici bir süreç gibi sanki... Bilemiyorum...
Yani demem o ki dizi bende çok gerçekçi sorular, gerçekçi duygular, anlamlı düşünceler bıraktı geriye. Bu ağır psikolojiye hazır olmayanlar izlememeli bence.