''If you want the rainbow, you have to deal with the rain''
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

20 Ocak 2020 Pazartesi

İzledim: Mr. Sunshine

Üç kuruşluk dönem dizisi zevkimi mahveden The Tale of Nokdu'dan sonra acilen taze kana ihtiyacım vardı. 2018'de aşşşırı yüksek puan aldığı için listeme giren ama o dönem psikolojimin kaldıramayacağı ağır bir konuya sahip olduğu için hep ertelediğim Mr Sunshine'a başladım ve başladığım gibi bir çırpıda da bitirdim. Resmen oksijen oldu, su oldu, güneş oldu bana bu dizi...


Joseon'un dört bir taraftan kuşatıldığı bir dönemde, Bağımsızlık Ordusu'nun en önemli üyelerinden Go Ae Sin ve onunla yolu kesişen Joseon kökenli bir Amerikan askerinin yürek burkan hikayesini izliyoruz.

yukarıdaki efsane olmuş dizi posterinin asıl sahnesi böyleydi
Yoruma başlamadan önce her zamanki gibi spoiler yiyebileceğinizi söylemem gerekir. Çünkü ben spoiler vermeden içimi dökemiyoruuuum, yapabileceğim bir şey yok maalesef.

Aslına bakarsanız elim gitmedi bu yazıyı yazmaya. Yani böyle bir diziyi iyi ifade edemeyebilirim gibi geldi. Edemezsem hakkını yedim gibi olur üzülürüm dedim. Ne bileyim o kadar içime işleyen bir dizi oldu ki herkesle dolu dolu paylaşmak istedim ama kalemim o kadar kuvvetli değil ne yazık ki...


Go Ae Sin rolündeki Kim Tae Ri'yi daha önce sadece The Handmaiden filminde izlemiş ve çok beğenmiştim. Burda da çok beğendim açıkçası. O soğuk ve mimiksiz yüzünü kaldıran bir karakteri vardı.

Go Ae Sin ise zaman zaman empati kurduğum, zaman zaman acıdığım ama çoğu zaman Eugene'in de dediği gibi zalim bulduğum bir kadındı. Etrafında dört dönen 3 erkeğe karşı da oldukça zalimdi...


Başrolde Eugene Choi rolünde Lee Byung Hun vardı arkadaşlar. LEE BYUNG HUN!!! Bunun ne kadar önemli bir olay olduğunu, bu adamın nasıl bir efsane olduğunu, Hollywood tarafından keşfedilince Kore dizilerine ara verdiğini anca eski nesil Kore dizisi izleyicileri bilir. Ve 2009'dan beri ilk dizisi! İnanamıyorum gerçekten. Diziyi izlerken hissiyatım şuydu: Bu adam boşuna Hollywood tarafından keşfedilip Kore'nin dünyada en meşhur oyuncusu olmamış. O ağır adam, o acılı adam nasıl yer yer şapşal oldu ve beni güldürdü anlayamadım. Gözlerinden ya öfke yada aşk fışkırırken, ya kaşları çatık yada gözleri dolu gezerken birden bir şey yaptı kahkahalara boğdu, yanaklarını sıkasım geldi koskoca Lee Byung Hun'un. Neden efsane olduğunu bir kere daha hatırlamış oldum. 

Eugene Choi gerçekten gözleri yaşartan bir adamdı. Gerek geçmişi, yaşadıkları, çektikleri gerekse Ae Sin için göze aldıkları... Üzdü beni açıkçası. Çok aşık oldu be! Kızdan çok sevdi gerçekten. Ve kendisini, her şeyini kızın yoluna feda etti. Özet bu...

bu çok soğuk görünen çift fotoğrafının ne kadar duygusal bir an olduğunu anca izleyen anlar -_-
Beni tanıyan bilir, ben böyle pançik pançik parlayan, mıçmıç çiftleri, bol temaslı sahneleri ve dolu dolu aşkı izlemeyi severim. Bu dizi boyunca çiftimiz toplasan 2 kere sarıldı, 2 kere elele tutuştu ve hi.çama HİÇ öpüşmedi bile. Tüm bunlara rağmen, o ne aşktı beeee... İşte bunu gerçekten çok seviyorum. Böyle arada hiçbir temas olmamasına rağmen bile aşkın o gerçek ve saf halinin, tutkunun aktarılabilmiş olması hem karakterlerin hem hikayenin hem de oyuncuların ve aralarındaki uyumun ne kadar mükemmel olduğunu gösteriyor sanırım.


Dizide aynı kadına aşık 3 adam vardı. Hepsi hayattan farklı darbeler yiyip farklı yollar seçmişti kendisine ama mecburen ortak bir noktada buluştular: Go Ae Sin. Bu birbirinden farklı 3 adamın ilk olarak birbirinden nefret etmesiyle başlayıp mükemmel bir dostluk kurmalarına kadar giden o yolculuğu izlemeye tek kelimeyle bayıldım. Dizinin ennn sevdiğim sahneleri bu üçünün sohbetleri diyebilirim açık ara. Çok trajikomik bir ilişki vardı aralarında. Tahmin etmiş olabilirsiniz belki ama benim favorim Gu Dong Mae idi. Kalbimi bıraktım o sert görünen ama adalet ve merhamet duygusu yüksek kalbi yaralı o parçalanmış adamda -_-

dizideki fotoğraf ve altta onun tarihte gerçekten çekilmiş orjinali
Şahsen bağımsızlık hikayeleri en çok etkilendiğim dizi türlerinden birisi. Chicago Typewriter, Rebel: Thief Who Stole the People, şimdi de bu... Bir grup insanın devletin desteği olmadan vatanını kurtarmak için uğraşması beni etkilediği kadar üzüyor da. Ne bileyim Kurtuluş Savaşı geliyor aklıma, o dönem Osmanlı'sı inanın ki bu dizide göreceğiniz Joseon ile aynı hikaye. Başka ülkelerden izleyen insanlar ne düşünerek izledi bilemiyorum ama tarihini bilen bir Türk vatandaşının çok kolay empati kuracağından eminim. 

Şu anki ülkemizin durumu da pek farklı değil tabi maalesef...


Diziye başlar başlamaz bu dizi mutlu sonla bitemez, kesin herkes ölecek dedim. Bu iğrenç ve uğursuz önsezimin büyük bir kısmı da tuttu maalesef. Son bölümlerde dizi boyunca aşırı aşırı aşırı sevdiğim karakterlerin bağımsızlık uğruna teker teker ölmesine öyle çok ağlamışım ki (gerçekten uzun zamandır hiçbir diziye böyle bir tepki vermemiştim) içerden kardeşim koşa koşa geldi ağlamama. Sonu benim için biraz havada kaldı, mutlu muydu mutsuz muydu bunca yıl geçti e peki ne oldu şimdi cinsinde milyar milyor soru dolandı kafamda ama kötü diyemem çarpılırım.


Böyle ciddi ve ağır konusu olan bir dizinin su gibi akıp gitmesini hiç beklemiyordum açıkçası. Her bölümü bir film izliyormuşum hissiyatı yarattı bende. İnanılmaz güzel işlenmiş hikaye kurgusu, karakterlerin ve olayların çeşitliliği ve hikayenin asla duraklamayıp hep akması sıkılmaya hiç fırsat vermediği gibi gözünüzü bile kırpamıyorsunuz.


Dram, aksiyon, romantizmin yanı sıra yer yer serpilmiş komedi öyle dozunda ki, olduk olmadık bir noktada sizi bi güzel güldürüp gevşetiyor. Hem komedik yanı yüksek bir kaç yardımcı oyuncunun varlığı hem de hiç beklemediğimiz ciddi karakterlerin ara sıra yaptığı komik hareketler dizinin beyin patlatıcı ağır bir dram seyrinden çıkıp mükemmel bir ritm yakalamasını sağlamış. 


Mükemmel başrollerin yanına en büyüğünden en küçüğüne kadar çoook iyi yanroller var. Ve hatta birer bölüm gelip geçen konuk oyuncular bile woohooo isimler. Yani bu çifti karı koca olarak başka nerde görebilirsiniz mesela?


Herkesin her karakterin tek tek hikayesi çok güzeldi. Günlük hayattaki sıradan insanların Bağımsızlık Ordusu üyesi olması, dizi boyunca izlediğimiz karakterlerin teker teker orduya katılması, herkesin bir şekilde bir yerden bağımsızlık için verilen savaşın ucundan tutması... Bir zincirleme reaksiyon oldu ve tüm hikayeler aynı uğurda kesişti.


Yukarıda da bahsettim ama benim dizide ennnn sevdiğim kısım kendimce '3 silahşörler' dediğim ama asla silahşör ol-a-mayan  Gu Dong Mae, Kim Hui Sung ve Eugene Choi karakterlerinin gelişimini izlemek oldu.


Joseon'da yaşadıkları yüzünden ülkesinden nefret edip gerçek bir Amerikan vatandaşı olan, Joseon'u elleriyle parçalamaya hazır Yoo Jin'in, Go Ae Sin'i ve diğer Bağımsızlık Ordusu üyelerini izledikçe ne kadar kutsal bir iş yaptıklarını görmesi..


Kendisinden başka hiçbir şeye inanmayan ve kim para verirse onun adamı olan Gu Dong Mae'nin Go Ae Sin'den etkilenip gerçekten kimin iyi kimin kötü olduğunu görmesi ve her ne olursa olsun sonuna kadar tek bir kadının hayatı için yaşaması..


"Ben sadece işe yaramayan şeyleri severim" diyen ve hayatının ne amacını ne de gittiği yönü bilmeyip savrulan Kim Hui Sung'un bu savaş içinde kendi amacını bulması ve silahı olmasa da kalemiyle savaşması...
Hepsi de kalbime yer eden çok özel insanlar oldular. 


Uzun süre unutamayacağım bir dizi olarak tarihe geçti. Beni en çok ağlatan dizilerden, kalbime en çok dokunan dizilerden birisi oldu. Böyle duygusal olarak aç olduğunuz, gelip geçici romantik komedilerden sıkıldığınız bir an mutlaka fırsat verin bu kalite kokan diziye derim ben. Mutlaka ama mutlaka bizden bir parça bulacak ve duygulanacaksınız. İmzamı basarım!

8 Ocak 2020 Çarşamba

İzledim: The Tale of Nokdu

2019'da en yüksek reyting alan dizilerden maraton yaptım demiştim size geçen yazımda. Bu da maratona baştan giren, en yüksek internet izleyici puanına ve reytinge sahip dizilerden birisiydi.


Nok Du'nın ailesine suikastçiler saldırınca NokDu onların liderini bulmak için takip etmeye karar verir. Yolun sonu sadece kadınların yaşayabildiği bir dul kadınlar köyüne düşünce, NokDu da bu işin peşini bırakmak istemez ve bir kadın kılığına girerek o köyde yaşamaya başlar.


Başrolde Nokdu rolünde Jang Dong Yoon vardı. 28 yaşındaki bu bebeksi adama neresinden bakarsam bakayım 21'den fazla demem! Yüzü, hatları, tipi, gülümsemesi ve hatta mimikleriyle hal ve hareketleri bile ergenlikten yeni çıkmış gibi gösteriyor.

İlk bölümlerde kadın rolüne girdiğinde o kadar, o kadar, o kadar gerçekçi bir kadın oldu ki, daha sonra asla gözüm erkek haline alışamadı. Kesinlikle erkek olmak için fazla güzel bir adam hihihih. Net kadın olmalıymış. Dizideki tüm kadınlardan daha minicik bir yüzü, dolgun ve pembe dudakları, zarif ve narin bir vücudu, toptan bir güzelliği vardı. 

Demem o ki kadın hali erkek halinden çok daha gerçekçi ve iyiydi... Erkekken sanki erkek kılığına girmiş kadın gibiydi...
Ayyy okuma bu yazdıklarımı Jang Dong Yoon -_- Özür dilerim ><


Diğer başrolde ise Kim So Hyun vardı. Kendisi 20 yaşında ufacık tefecik içi dolu bir turşucuk. Hala yardımcı oyuncu olacak çağlardayken bir sürü dizide başrol oldu bile. Bana aşırı genizden gelen sesi biraz rahatsız edici ve rolleri birazcık tek düze gelse de sevimliliğini inkar edemem. 

Ama üzülerek söylüyorum ki bu dizide NokDu'dan çok daha erkekti ><


Bir röportajlarında şöyle bişey dediler : Diziden önce o kadar iyi anlaştık ki yönetmen aramızdaki ilişkinin iyice kardeş gibi olmasından çok korktu. Benim aldığım hissiyat da tam buydu. Öncelikle ikisine de gözüm kadın olarak alıştığından o kadın-erkek çekimini hiç alamadım. Nokdu o narin tavrından çıktığı dövüş sahneleri sırasında falan da yine o ilişki aşktan çok kardeşlik gibi geldi bana. Tensel temaslar zorlamaydı sanki... Bilemiyorum bunlar sevgiliden çok abi-bacı gibiydi -_-


Dizide ilk başlarda Rooftop Prince vaybı aldım. Orda erkek kılığında bir kadın, burda kadın kılığında erkek vardı. Güzel bir romantik komedi görücez diye düşünürken tabiiki de konu o kadar basit kalmadı.


Basit kalmadı dediysem gerçekten sarpa sardı. Kim kimdir, kim iyi kim kötü o kadar karıştı ve zorlaştı ki benim için, açıkçası ittirerek izlemek zorunda kaldım. Yani hiç mi karışık dizi izlemedik hayatımızda? Daha neler neler, ne entrikalar, politik karmaşalar izledik de ama demek ki akıcılığı zayıftı ki bu karmaşa zorladı beni izlerken. Hoşuma gitmedi maalesef...


Yine de hakkını yememek lazım ki son 3-4 bölümde başından ayrılamadım. Düğümler açıldığı için mi, ilişkileri yoluna girdiği için mi bilemiyorum ama daha severek izledim. Özellikle son bölümde dizi boyunca çektikçe çeken herkesin mutluluğunu izlemek çok çok güzeldi. 
Evet, spoiler, mutlu son. 

Ama genel olarak bu dizinin neden bu kadar beğenildiğini, kardeş gibi duran bu çifte neden hayran kalındığını anlayamadım, üzgünüm.


Son olarak yorumumu bu göz yakan Jang Dong Yoon fotoğrafıyla bitirmek istedim. Allahım bir insan daha ne kadar benim tipim olamaz bilemiyorum. O saçlar ne!!! Dizide eski dönem erkekleri topuz yaptığında uzun saçlarına tahammül edebilir ve hatta sevebilirim ama gerçek hayatta bu saç ne demek! Zaten yüzü gerçekten kadın gibi. Dedim ya dizide kadınken daha gerçekçiydi diye. Bu saçlarla iyice kız kardeş oluyor. 

Bizimla deyılsın Jang Dong Yoon. Acilen berbere koş!